Ekonomi bilimi temel olarak insan ihtiyaçlarının karşılanması olarak ifade edilebilir. İnsan, yaradılışı gereği ihtiyaç sahibi yani muhtaç olan bir varlıktır. İhtiyaçlarını karşılayabilmek için de çalışması ve üretmesi gerekmektedir.
İhtiyaç kavramı giderilmediği takdirde insana acı ve ıstırap veren şey olarak ifade edilmektedir. İhtiyaçlar zamana, mekâna ve duruma göre değişkenlik göstermektedir. İhtiyaçların şiddeti giderildikçe azalma gösterir. Örnek olarak susayan bir insan su içerek bu ihtiyacını gidermeye başlar. Bir süre sonra artık su ihtiyacını gidermiş olur. Daha fazla su içtiği takdirde artık içtiği su ona zarar vermeye başlar. Bu perspektiften düşünüldüğü zaman ihtiyaçlar zamana ve duruma göre değişkenlik göstermektedir. Ekonomi bilimi de genel anlamda ihtiyaçların giderilmesi konusu üzerinde durmaktadır.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi/piramidi ne bakıldığı zaman ihtiyaçlar önceliklerine göre değişmektedir. İnsan hayatta kalabilmek için öncelikle nefes almak, yemek, içmek, boşaltım, uyku gibi zorunlu ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Daha sonra da barınma ve güvenlik ihtiyaçlarını gidermesi gerekir. Bu ihtiyaçlarını giderebilmesi için de çalışması ve üretmesi gerekir.
Beslenme ihtiyacını gidermek için toprağa tohum ekilmeli, gerekli bakımını yaptıktan sonra biçilmeli bunlar için de gerekli aletleri kullanarak emek harcamalıdır. En temel ihtiyacını gidermek için emek, sermaye (aletler) ve doğal kaynaklara ihtiyacı vardır. Üretim faktörlerini kullanarak ihtiyacını giderir. Öncelikle bireysel ve ailevi ihtiyaçların giderilmesi ile başlayan süreç nüfusun çoğalması, hayat şartlarının değişmesi ile zamanla değişkenlik göstermiştir. Buna bağlı olarak da öncelikle takas yöntemi geliştirilmiş, ilerleyen dönemlerde de para ile ticaret yapılmaya başlanmıştır. Artan ihtiyaçlar ve ticaret hacmi ile yeni iş kolları ortaya çıkmıştır.
Emeğin getirisi ücret ile ticaret sonrası oluşan kâr ile ihtiyaç fazlası fon ortaya çıkmıştır. İşini geliştirmek isteyenlerle fon fazlası olan insanları sistem olarak buluşturan bir yapı ortaya çıkmış ve günümüzde banka olarak adlandırılan yapı kurulmuştur.
Günümüzde gazetelerde ve televizyonlarda kullanılan ekonomi ve finans kavramları anlaşılması zor gibi görünse de hayatın içinde bizim yaptığımız faaliyetlerin farklı isimlerle adlandırılmasından başka bir şey değildir. Ekonomi ve finans ihtiyaçlarını gidermek üzere emek harcayan ve ticaret yapan, emeği karşılığı ücret alan ve yaptığı ticaret karşılığında kâr elde eden, gelirinin bir bölümünü ihtiyaçlarını gidermek üzere harcayan bir bölümünü ise tedbir amaçlı tasarruf eden, tasarruflarını başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullandıran insanların oluşturduğu bir yapıdır.
Mal ve servet sahibi olmak zaman içerisinde güçlü olmanın bir göstergesi olduğu için artık ekonomi ve finans giderek daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Çünkü ihtiyacını gidermek için bir başkasının mülkiyetindeki eşyalara ihtiyacı olan insan yeni kavramlar ve modeller üretmek zorunda kalmıştır. Bu kapsamda ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılamak üzere sistemler kurulmuş, teoriler ortaya atılmıştır. Merkantilizm, fizyokrasi, kapitalizm, sosyalizm gibi farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Günümüzde küresel anlamda hâkim olan sistem kapitalizmdir. Kapitalizm temelinde insanı homo-economicus olarak görür. Yani insanın rasyonel bir varlık olduğunu, kendi çıkarlarını öncelediğini, herkesin kendi çıkarlarının peşinden koştuğunu ve kimsenin çıkarlarının çakışmadığı için toplum çıkarının da en üst seviyede sağlanabileceğini iddia eder. Devletin ekonomiye müdahalesini kabul etmeyen bu görüşe göre özel mülkiyet esastır. Kaynakların kıt, ihtiyaçların ise sınırsız olduğunu savunan bu görüş tüketim temelli olarak kurgulanmıştır. Ancak özellikle son yüz yıldır yaşananlar bunun hiç de böyle olmadığını açık ve net bir şekilde göstermiştir. Yaşanan her krizde kapitalizm kendisini yenilemiş ve yeni formatıyla küresel sistemdeki hâkimiyetine devam etmiştir.
Kapitalizm en büyük krizini 1929 yılında ABD merkezli başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alarak yaşamıştır. Piyasaya devlet müdahalesinin kabul edilmediği için kriz giderek derinleşmiştir. Keynes devlet müdahalesini önerdikten yıllar sonra uygulanmaya başlanmasıyla krizden çıkar gibi olmuş, ancak bu defa da kamu borç krizi yaşanmıştır.
İkinci dünya savaşı sonrası ABD-SSCB öncülüğünde yaşanan çift kutuplu dünya düzeninden SSCB’nin dağılmasıyla çıkılmış artık ABD ve çok uluslu şirketler öncülüğünde kapitalizm dünya genelinde hâkim olan iktisadi sistem haline gelmiştir. Ancak sistem 1998, 2001, 2008 krizleri gibi sürekli krizler üretmeye devam etmiştir.
2008 küresel finans krizi sonrasında birçok işletme iflas etmiş, milyonlarca kişi işsiz kalmıştır. Bunun en büyük nedeni de kapitalizmin giderek derinleştirdiği gelir dağılımı adaletsizliğidir. Tüketim ve borç üzerine kurulmuş olan bu sistem ile dünya genelinde tüketim giderek artarken buna bağlı olarak da borç seviyesi de giderek artmaktadır. Borcun karşılığı faiz olduğu için borçluluk durumu adeta kısır döngü içine girmiş bulunmaktadır.
2008 küresel finans krizi sonrasında 2011 Avrupa Borç Krizi yaşanmış ve 2008 krizi sonrasında şirketler batarken 2011 Avrupa Borç Krizi sonrasında birçok Avrupa ülkesi iflasın eşiğine gelmiştir. Bu durum tıpkı 1929 krizi sonrasında yaşanan sürecin daha kısa sürede yaşanması anlamına da gelebilir. Kapitalist krizlerin bir anlamda kendisini tekrarladığı da söylenebilir.
Günümüze gelindiğinde ise ilk olarak Çin’in Wuhan bölgesinde ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını sebebiyle tedarik ve üretim zinciri hasar görmüş ve birçok ülkede üretim sıkıntısı yaşanmaya başlamıştır. İlerleyen süreçte salgının hızla yayılmasını engellemek için evde kalma çağrılarıyla ve sokağa çıkma kısıtlamalarıyla toplam talep azalmış böylece talep sıkıntısı yaşanmaya başlamıştı. Bu bağlamda birçok ülke ekonomisi hızla yavaşlamış ve küçülmüştür.
Salgının yayılım hızını yavaşlatmak için uygulanan tedbirler kapsamında birçok ülke sınırlarını kapatmış, uçuşlar durdurulmuştur. Bu da başta hava yolu şirketleri olmak üzere küresel ticarette aktif rol oynayan işletmelerin zarar görmesine neden olmuştur.
Pandeminin ekonomik etkilerini en aza indirebilmek için birçok ülke genişlemeci para politikası izlemeye başlamış, ekonomik koruma kalkanı oluşturmaya çalışmıştır. Bu bağlamda faiz oranları düşürülmüş, piyasaya para pompalanmıştır. Sokağa çıkma kısıtlamaları ile birlikte azalan talebi canlandırabilmek için uygulanan bu politikalar ekonomilerdeki yavaşlamayı bir nebze olsun durdurmuş ancak ikinci dalgayla birlikte yeni endişeler ortaya çıkmıştır.
Tarihsel süreç ile birlikte incelendiği zaman dana önce de belirtildiği üzere kapitalizm tüketime dayalı bir ekonomik sistemdir. İhtiyacın üzerinde yapılan tüketimlerle sürekli olarak büyümek zorunda olan bu sistem ortaya çıkan en küçük bir engelde büyük bir sendeleme yaşamaktadır.
Bu bağlamda düşünüldüğü zaman üretimin tek merkezden kitlesel bir şekilde yapılması yerine farklı bölgelere yayılmış ve ihtiyaç doğrultusunda yapılması elzemdir. Bölgelere yayılmış üretim merkezlerinin kurulması ile bir bölgede yaşanan problem sebebiyle üretim zincirinde yaşanacak olası aksaklık durumunda çevre bölgelerden üretim artışıyla kısa sürede telafi imkânı olabilir. Aynı zamanda istihdam tek bir bölgede yoğunlaşmaz ve nüfus belirli kentlerde yığılmaz. İhtiyaç fazlası üretim ve tüketim ile borçluluk azalırken tasarruflar artar ve yatırımlar için gerekli olan sermaye ihtiyacı da yerli vatandaşlardan sağlanabilir. Böylece faiz oranları düşerken yatırımlar ve istihdam artar işsizlik azalır. Üretimin bölgelere yayılmasıyla birlikte nakliye maliyetleri de azalırken fiyat istikrarının sağlanmasına olumlu katkı sağlar.
Ekonomi biliminin temelinde ihtiyaçların karşılanması vardır. İhtiyaçlar sınırsız olmayıp zamana, mekâna ve içinde bulunulan duruma göre değişmektedir. Bu bağlamda ihtiyaçların sınırsız olduğunu söylemek pek de doğru olmaz. İhtiyaç doğrultusunda üretimin ve tüketimin yapılması da ekonomik istikrarı beraberinde getirecektir.