PAYLAŞ
Gürkan Demir
20.12.2020
Devletler kendi iç işlerinde bağımsızlardır ve bu bağımsızlık Uluslararası hukukun temel prensiplerinden birisi olarak tüm devletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının “her devletin diğer devletlerin toprak bütünlüğü ya da politik bağımsızlığını hedef alan kuvvet kullanma ya da kuvvet kullanma tehdidinden kaçınması gerekir” ifadesiyle devletlerarasında uyuşmazlıkların silahlı güç kullanılarak çözülmesi yasaklanmıştır. Devletlerin bu ilkeye uymaları uluslararası barışın sağlanmasında önemli bir yer teşkil eder. Ancak bu ilkenin iki istisnası mevcuttur; Koruma sorumluluğu ve insani müdahale.
İnsani müdahale “bir veya birkaç devletin ya da bir uluslararası örgütün, bir başka devletin vatandaşlarını bu devlette yer alan yaygın insan hakları ihlallerine karşı korumak amacıyla kuvvet kullanma tehdidinde bulunması veya kuvvet kullanması” olarak ifade edilebilir. 1990’lardan önce insan hakları ihlalleri devletlerin iç işleri olarak görülüyordu ve müdahale edilmiyordu. Lakin 1990’larda yaşananlar neticesinde insan hakları ihlallerinin tüm insanlığı ilgilendirdiği düşüncesi hakim olmaya başladı ve müdahale etme olanağı ortaya çıktı.
Koruma Sorumluluğu “hükümetlerin kendi vatandaşlarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlara karşı koruması” olarak ifade edilebilir. 2005 Birleşmiş Milletler Dünya Zirvesinde, devletlerin insan hakları ihlalleri suçlarına karşı koruma yükümlülüğü altında oldukları teyit edilmiştir. Buna göre devletler, bu korumayı sağlayamazsa veya bizzat kendisi ihlal ederse uluslararası toplum devreye girmelidir. Burada uluslararası toplum üç aşamalı olarak sorumluluk alır. Önleme sorumluluğu ile uyarı yapılır ve gerekli önlemler alınır; karşılık verme sorumluluğu ile askeri yaptırım kararı alır ve tekrar çağrıda bulunur; yeniden inşa sorumluluğuyla da müdahaleye uğrayan devletin yeniden yapılanmasında destekçi olur.
Libya’da Yaşananlar
2010 yılında “Arap Baharı” süreci ile birlikte başlayan protestolar kendini Libya’da ciddi şekilde hissettirmeye başladı. Yolsuzluk, rüşvet, işsizlik, adam kayırma, muhaliflerin sürgün ve hapis edilmesi, sivil toplumun olmaması, enflasyon gibi nedenlerden dolayı Libya halkı sokaklara döküldü. Bu protestolara Libya Başbakanı Kaddafi sert şekilde karşılık verme kararı aldı. Nitekim bu karar neticesinde uyguladığı sert tavırla uluslararası toplum tarafından kınandı. Libya’da ki insan hakları ihlallerinin durdurulması çağrısı yapıldı. Kaddafi yönetimi bu çağrıya uymayarak Bingazi’de ki sivillere yönelik tehditleri artmaya devam edince, Birleşmiş Milletler harekete geçti ve askeri ve ekonomik ambargo gibi önlemler almaya çalıştı. Daha sonrasında ise Birleşmiş Milletler 1973 sayılı kararı aldı ve Libya’ya askeri müdahalede bulunuldu. ABD, Fransa, İngiltere, Kanada ve İtalya öncülüğünde Libya bombalanmaya başlandı. Bu kararın alınmasında “Devletlerin koruma sorumluluğu ilkesi gereği kendi halkını koruma yükümlülüğü vardır” ilkesine ters olarak, Libya’nın açıkça kendi halkına karşı bu yükümlülüğü yerine getirmemesi hatta kendisi bizzat insanlık suçları işlemeye başlaması odak noktaydı. Yani “koruma sorumluluğu” ilkesi terk edildiği ve insanlık suçları işlenmeye başlandığı için Birleşmiş Milletler bu kararı almıştı.
Uluslararası hukuk açısından bu karar oldukça eleştirilmiştir. Yeterli diplomatik faaliyetlerin yapılmaması, ateşkes planlarının dikkate alınmaması, etkili bir çözüm arayışı olmadan kısa sürede askeri müdahale kararının alınması gibi nedenler başlıca eleştirilerdir.
Suriye’de Yaşananlar
2011 yılında Arap Baharı rüzgarlarının Suriye’ye varması ile birlikte ülke çapında geniş protestolar baş gösterdi. Bu gösteriler daha fazla özgürlük ve insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi temelinde
yapıldı. Esad yönetimine karşı yapılan bu protestolar, ordunun kanlı müdahalelerine maruz kaldı. Uzun süren eylemler artık yerini silahlı isyana bırakmaya başladı. Yüz binlerce insanın bu iç savaşta öldüğü, milyonlarca insanın yaralandığı ve yine milyonlarca insanın ülkesinden kaçarak mülteci konumuna geldiği olaylar ardı ardına yaşanmaya başladı. 21. Yüzyıldaki en büyük insanlık dramlarının yaşandığı Suriye’de ki iç savaş halen devam etmekte.
“Koruma Sorumluluğu” çerçevesinde Libya ve Suriye karşılaştırması
Yukarıda açıklanan devletlerin “koruma sorumluluğu” ilkesinin çiğnenmesi nedeniyle Libya’ya askeri müdahale yapıldı. Kaddafi ve hükümeti 8 aylık bir zaman diliminde ortadan kaldırıldı. Libya’da bazı verilere göre 30-35 bin kişinin öldüğü, 50 bin kişinin yaralandığı, 300 bin mültecinin ortaya çıktığı, 8 ay süren bir savaş yaşandı. Suriye’de ise 500 binden fazla insan öldü, 6 milyondan fazla insan ülkesini terk ederek mülteci oldu, milyonlarca insan yaralandı ve savaş hala devam ediyor.
Libya için alınan kararda “koruma sorumluluğunun yerine getirilmemesi” gerekçeydi. Suriye’de ise Libya’dan çok daha ağır insanlık suçları işleniyor. 15 bin Suriyelinin Esad yönetiminin işkenceleri sonucu öldüğü biliniyor. Suriye, etnik temizliğin ve toplu katliamların olduğu, ordunun sivil alanlara kimyasal silah kullandığı bir ülke durumunda. Akıllara bunlara rağmen neden askeri müdahalede bulunulmuyor sorusu geliyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi müdahale kararı almak için taslakları görüşmeye sunmuş lakin Rusya ve Çin’in veto etmesi nedeniyle karar konseyden geçememiştir. Libya konusunda askeri müdahaleyi onaylayan konseyin, Libya’da yaşananlardan çok daha büyük insanlık dramları karşısında veto haklarını kullanmalarının insani yanının olmadığı açıktır. Rusya’nın bölgede Esad rejimi ile birlikte hareket etmesi, ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki gruplarla ilişkileri gibi nedenler dolayı Suriye’ye müdahale edilme olasılığı zaten düşük bir ihtimaldir.
Birleşmiş Milletlerin sessiz kalmasının nedenleri arasında Libya’da yapılan hataların olduğu da söylenmektedir. Bir karar alınması için Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesinin ortak kararı gerektiği gibi veto haklarının da olması ve bir üyenin vetosu ile kararın alınamaması adaletli ve güvenilir bir konseyin olmadığının en bariz göstergesidir. Çünkü karar alınabilmesi içinde 5 daimi üyenin ortak çıkarlarına ters düşmemesi gereklidir. ABD, Çin, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ortak çıkarlarda ne kadar buluşabilecekleri ise muammadır.