PAYLAŞ
Ömer Faruk Özcan
20.12.2020
Tarih boyunca verimli toprakları ve deniz ticaretinin merkezinde yer alması nedeniyle çeşitli uygarlıklar ve imparatorlukların mücadelelerinin şekillendiği coğrafya olan Akdeniz bölgesi bugün de keşfedilen enerji kaynakları nedeniyle küresel güçlerin en önemli odağı halindedir. İnsanlığın gelişim evrelerine paralel olarak çeşitli imparatorlukların mücadeleleri ve kontrolü altındaki Akdeniz bölgesi özellikle 18. Yüzyıl da Avrupa da gerçekleşen Sanayi devrimi ile birlikte yer altı kaynakları sayesinde keşfedilmeyi bekleyen bir hazine haline gelmiştir.
20. Yüzyıl itibariyle yaşanılan teknolojik gelişmelerle birlikte enerji kavramı da yeniden tanımlanmış, özellikle 1. Dünya savaşı sırasında kömür yerini petrole bırakmış ve bu durum gözlerin Doğu Akdeniz havzasına çevrilmesini sağlamıştır. Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz de keşfedilen Petrol yatakları nedeniyle küresel güçler, bu coğrafyaların jeopolitiğinde etkili olma çabalarına girişmişlerdir. Enerji güvenliğinin sağlanması adına çeşitli politikalar üretilmiş, enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde dünya pazarına açılması hedeflenmiş ve bu kaynaklardan yararlanmak adına enerji diplomasisini geliştirmişlerdir. Küresel güçlerin Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz coğrafyasında girmiş olduğu enerji mücadeleleri ve hâkim güç olma hedefi doğrultusunda uyguladıkları politikalar büyük insani krizlere yol açmış, bölge ülkelerinin istikrarsızlaşmasını da beraberinde getirmiştir.
Zira tarihsel süreçte küresel güç olmak isteyen devletlerin uluslararası arenada güç politikalarını; enerji kaynaklarını elinde bulundurma, bu kaynakların güvenli bir şekilde uluslararası pazarlara arzını sağlama ve dünya hidrokarbon jeopolitiği üzerinde hakimiyet kurma stratejileri belirlemiştir (Sevim, 2012: 4381).
ENERJİ EKSENLİ KÜRESEL TEHDİT ALGISI
2000’li yılların başında Kıbrıs açıklarında keşfedilen Hidrokarbon kaynakları, Akdeniz’in önemini daha da artırmıştır. Hidrokarbon enerji kaynaklarının keşfinden sonra Doğu Akdeniz’de kıyıdaş ülkeler arasında Enerji kaynaklarının paylaşımı ve deniz yetki alanları noktasında çeşitli ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Arap Baharı sonucunda ortaya çıkan siyasi denge ve krizlerin Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ile yakından ilgili olduğu su götürmez bir gerçektir. Bir taraftan Doğu Akdeniz de ortaya çıkan bölgesel kriz derinleşirken diğer taraftan ittifaklaşmalar şekillenmeye devam etmektedir. Hidrokarbon Enerji Kaynaklarının keşfedilmesiyle birlikte bölge ülkelerin ve küresel güçlerin atmış olduğu adımlar, devletler tarafından Enerji Eksenli birer tehdit olarak algılanırken diğer taraftan enerji diplomasisine verilen önem gün geçtikçe artmaya devam etmektedir.
2011 yılında Mısır’da başlayan Arap Baharı sürecinde Hüsnü Mübarek istifa etmiş, yapılan ilk Demokratik seçimler sonucunda Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı seçilmişti. Henüz bir yılını dolduramadan Abdülfettah El Sisi’nin başında olduğu Mısır ordusu darbeyle Mursi’yi iktidardan indirmiştir. İsrail’le normalleşme sürecini başlatan Mısır; Yunanistan ve GKRY ile birlikte hareket ederek bölgesel bir ittifak inşa etme sürecini başlatmıştır. Nihayetinde 14 ve 15 Ocak’ta Kahire de “1. Doğu Akdeniz Gaz Forumu Bakanlar Buluşması” gerçekleştirerek bölge de GKRY’nin ardından ikinci somut ittifaklaşmanın kapısını aralmıştır. Zira GKRY; Şubat 2003’te Mısır, Ocak 2007’de Lübnan ve Aralık 2010’da İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma anlaşmaları imzalamıştı. 2007 yılında Lübnan ile imzalanan MEB anlaşması Türkiye’nin artan baskısı sonucunda Lübnan Meclisi’nden geçememiştir. GKRY, 1,4,5,6 ve 7 numaralı alanları, Hidrokarbon enerji kaynaklarını aramak üzere İsrail’e vermesi Türkiye’nin deniz yetki alanları ile çakışmasına neden olmuş, bu durum Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin gerilmesine yol açmıştır. Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelen Yunanistan, GKRY, İsrail, İtalya ve Fransa enerji bakanlarının yanı sıra Ürdün ve Filistin’de toplantıya katılan ülkeler arasındaydı. Kahire’deki toplantının amacı, bölgesel bir gaz pazarı oluşturmak ve Akdeniz’deki gazın paylaşımını yapmaktı. Türkiye’yi yok sayarak atılan bu adımların yanında 2000’li yılların başında keşfedilen Hidrokarbon enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşımasını öngören East-Med Boru Hattının hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin küçük bir deniz parçasına hapsetme planları bölgedeki gerginliği yükselten ana konulardan biriydi. Uluslararası Hukuk’a göre kapalı deniz sayılan Akdeniz’de yapılacak olan anlaşmalar “Hakkaniyet İlkesine” göre yapılmak durumundadır. Türkiye, Lübnan, Libya, KKTC ve Suriye toplantıda olmayan ülkeler arasında yer almaktaydı.
Türkiye bütün bu adımlara karşı NATO’nun “Etkin Çaba Harekâtı”’nı destek ve Türk deniz yetki alanlarında denizde durumsal farkındalığa sahip olmak, deniz güvenliğine katkı sağlamak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin deniz yetki alanlarındaki hak ve menfaatlerini korumak maksadıyla 01 Nisan 2006 tarihinden itibaren Akdeniz Kalkanı Harekâtını yürütmektedir (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 2015).
Türkiye ayrıca 21 Eylül 2011 yılında KKTC ile anlaşarak “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamış ve Akdeniz’de bir oldu bittiye izin vermeyeceğini ifade etmiştir. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra KKTC, Türkiye’nin yapacağı doğal Gaz ve Petrol arama çalışmalarına ruhsat vermiş ve bu adımla Türkiye, Uluslararası Hukuk’tan doğan haklarını kullanmaya devam etmiştir. Türkiye, 2013 yılında petrol ve gaz araştırmalarında kullanılmak üzere envantere alınan sismografik araştırma gemisi Barbaros Hayreddin Paşa’yı, 2018 yılında ise Altıncı nesil üst düzey teknolojiye sahip ve 12 bin metre deniz sondaj derinliğine ulaşabilen ilk sondaj gemisi Fatih’i, 20 Haziran’da ‘Milli Enerji ve Maden Politikası’ kapsamında denizlerdeki arama ve sondaj faaliyetlerinin artırılması amacıyla TPAO’nın satın aldığı sondaj gemisi Yavuz’u Akdeniz’e göndererek Petrol ve Doğalgaz arama çalışmalarına hız vermiştir. Karadeniz ve Marmara denizindeki arama çalışmalarının ardından Ağustos ayında Akdeniz’e inen Oruç Reis gemisi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaptığı Doğal Gaz ve petrol arama çalışmalarına katılmıştır. Türkiye, Doğalgaz ve Petrol arama çalışmalarına devam ederken bu gemilere eşlik eden askeri gemileri de bölgede bulunduruyor. Ankara, bu adımlarla Uluslararası Hukuk’tan doğan haklarını sonuna kadar kullanacaklarında kararlı olduğunu ifade ediyor.
DERİNLEŞEN LİBYA KRİZİ ve STRATEJİLER
İlk olarak Tunus’ta başlayan Arap Baharı, Şubat 2011 tarihinde Libya’ya sıçramış ve bu durum Kaddafi rejiminin masum insanlara yönelik orantısız güç kullanmasına neden olmuştur. Masum insanların öldürülmesiyle başlayan olaylar, Uluslararası kamuoyunun tepkisine neden olmuş ve süreç NATO’nun Libya’ya müdahalesi ile 42 yıllık Kaddafi Rejimi’nin yıkılmasıyla son bulmuştur (Doğan, 2012).
Kaddafi sonrası süreçte Libya’nın Demokratik sisteme geçmesini engelleyen Hafter; 2014 yılında Genel Ulusal Kongre’ye (GUK) savaş açmış ve gerek bölgesel gerekse küresel yeni krizlere neden olmuştur. Libya’daki yeni bir iç savaş başlatan Hafter; Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Fransa ve Rusya tarafından desteklenmektedir. Hafter kontrolündeki topraklarda askerî bir üs kuran BAE, buradaki milislere askerî, lojistik ve silah yardımında bulunuyor. Arap Baharı sürecinde özgürlük hareketlerine ve demokratik yönetimlere karşı hasmane bir tutum alan BAE, Ortadoğu’daki tüm darbe yanlısı güçleri finansal ve askerî olarak destekliyor(Domazeti, 2019).
Uluslararası arena da bazı bölgesel ve küresel güçlerce desteklenen Hafter, Libya’daki bölünmüşlüğün ve istikrarsızlığın ana nedenlerinden birini oluşturuyor. Libya’nın enerji kaynakları açısından zengin olması Fransa’nın, Libya’daki enerji kaynaklarının kontrolü ile Avrupa’nın enerji sorununa çözüm bulunacağı fikri Hafter’in askeri ve finansal anlamda destek bulmasına neden olmaktadır. Arap Bahar’ının ortaya çıkması ve Suriye’de iç savaşa dönüşmesi sonrasında Rusya, Suriye de nüfuzunu artırmış ve Akdeniz üzerinde yeni politikalar üretmiştir. Libya’daki Hidrokarbon enerji kaynaklarının Avrupa’ya gitmemesi ve Libya’daki istikrarsızlığın Avrupa’daki Rus bağımlılığının devam edeceği anlamını taşıması, Rusya’nın yakın zamanda Libya’daki istikrarsızlığa yatırım yapmasına neden oldu. Paralı Rus askerlerinden oluşan Wagner şirketi askeri personel ve donanım açısından Hafter’e açıkça destek vermektedir.
Kısa süre önce Rusya’nın Hafter’e destek verdiği ortaya çıkınca ABD’nin Libya politikasını yeniden gözden geçireceği tahmin ediliyor. Bilindiği üzere Nisan ayında BAE’nin aracılığıyla Trump, Birleşmiş Milletler’in resmi olarak tanıdığı Libya Ulusal Mutabakat Heyeti’ne karşı savaşan Hafter’i arayarak desteğini ifade etmişti. Rusya’nın Hafter’e olan desteğinin ortaya çıkması bu konu da pentagonun hangi adımları atacağı yönündeki soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Trump, Libya politikasında Obama’dan kalma “Birleşmiş Milletler himayesinde çözüm” çizgisini rafa kaldırarak önümüzdeki süreçte ABD’nin sahaya inmesine zemin hazırlayabilir.
TÜRKİYE – LİBYA ANLAŞMASININ BÖLGEYE ETKİLERİ
Türkiye, Libya Ulusal Mutabakat Heyeti (UHM) ile 27 Kasım’da “Deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası’nı” imzalaması bölgede yeni dengeler oluşturması açısından hayati önem taşıyor. Zira GKRY, Yunanistan, Mısır ve İsrail, Türkiye’yi Akdeniz’de dar bir deniz parçasına hapsetme hayali, Libya ile varılan mutabakat sonrası büyük oranda rafa kalkmış gözüküyor. Mutabakat anlaşmasının duyurulmasından ardından Yunanistan ve GKRY, anlaşmaya dair olan rahatsızlıklarını dile getirmiş gerekirse Uluslararası Adalet Divan’ına başvuracaklarını açıklamışlardır. Libya ile imzalanan mutabakat anlaşması sadece Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına yönelik bir anlaşma değil; iki ülke arasındaki ilişkiler güvenlik, askerî, ekonomik ve insani alanları da kapsayan geniş bir alanı kapsamaktadır. Türkiye’yi Antalya körfezine hapsetme hayali taşıyanlara karşı bir cevap niteliği taşıyan bu mutabakat sahadaki dengeleri değiştirecek.
Akdeniz’de adil bir paylaşımdan yana ve diyaloğa açık olduğunu belirten Ankara, Ulusal çıkarlarını gözetmek adına atılan adımların gerekliliğinin üzerinde durmaktadır. Varılan anlaşma neticesinde gerektiğinde Libya’ya asker göndereceğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan; Biz davet edildiğimiz yere gideriz, davet edilmediğimiz yere gitmeyiz ama şu anda bir davet olduğuna göre icabet ederiz” ifadelerini kullanmıştı. Ocak ayında meclise getirilmesi planlanan Libya Teskeresi, Meclisten geçmesi halinde Libya’ya asker gönderilmesinin yolunu açacak. Bu durumdan rahatsız olan Mısır, Hafter güçlerine Askeri teçhizat desteğini bir hayli artırdı. Bunun yanı sıra 30 Aralık’ta Darbeci General Hafter, Kahire de Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile bir araya gelerek Türkiye’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz es-Serrac’ın Türkiye ile imzaladığı mutabakat anlaşmasına karşı üç ülkeyle pozisyonlarını koordine etmek için Mısır’ı ziyaret etti (Mahmud, 2019).
Uluslararası aktörlerden finansal ve askeri destek bulan darbeci General Hafter’in amacı Türkiye’nin, Libya’daki etkisini ortadan kaldırmak ve Akdeniz’deki Mısır-İsrail ittifakının yanında yer almak. Bu çerçeve de bölgesel ve Uluslararası aktörlerle görüşen Hafter, Türkiye’ye karşı tedbirler alınmasını talep ediyor. Bütün bu adımların yanında Ankara ile Trablus Ulusal Mutabakat heyeti arasında imzalanan Güvenlik ve Askeri İş Birliği Anlaşması sonrasında Mısır’ın çağrısıyla toplanan Arap Birliği; Türkiye’yi, UHM’ye Silah tedarik etmek ve Askeri danışmanlık yapmakla suçlamış, Libya’daki mevcut krizi derinleştiren her türlü müdahaleyi kınadıklarının vurgusunu yaptı.
Türkiye, bütün bu adımlara karşılık BM’nin tanıdığı Fayiz es-Serrac hükümetine güvenlik ve askeri iş birliği noktasındaki kararlılığına devam ediyor. Libya’daki bölgesel kriz için henüz bir çözüm bulunamamışken ABD, Rusya, BAE, Mısır, Fransa ve İtalya’nın kendi çıkarları çerçevesinde hareket etmesi mevcut krizi daha da derinleştiriyor. Ankara, Uluslararası alan da Libya’daki siyasi krizin çözülmesi adına düzenlenen bütün toplantılara aktif olarak katılım gösterse de, Küresel aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi sürecin uzamasına neden oluyor. 12-13 Kasım 2018’de İtalya’da gerçekleştirilen Libya Konferansı’nda yaşanan gayrı resmi toplantılar nedeniyle Türkiye, Libya Konferansından çekilmişti.
TÜRKİYE’NİN AFRİKA PAZARINA GİRİŞ ANAHTARI: LİBYA
Türkiye, gerek bölgesel gerekse Uluslararası alan da Libya’daki siyasi krizin çözülmesi adına tarafları diyaloga çağırmaktan geri durmuyor. Akdeniz de yaşanan bu bölgesel gerilim, Uluslararası aktörlerin de dahil olmasıyla birlikte yeni gerilimlere kapı aralayabilir. Mısır-İsrail ittifakının başını çektiği Türkiye karşıtlığı, ilerleyen süreçte yeni ittifakların ortaya çıkmasına neden olabilir. Avrupalı devletlerin, Rusya’nın enerji kaynaklarına olan bağımlılığının azalması amacıyla İsrail-Mısır’ın başını çektiği ittifaka sıcak baktığı biliniyor. Rusya’nın Akdeniz de önemli bir aktör olarak Libya’daki siyasi krize dahil olması, yakın gelecekte Akdeniz’de akeri tatbikat yapacak olması, ABD tarafından pek hoş karşılanmıyor. Zira Rusya’nın Hafter’e olan desteğinin ortaya çıkmasıyla birlikte ABD’nin Libya jeopolitiğinde yeni dönüşümlere neden olmuştur. İlerleyen süreçte ABD’nin, Libya meselesinde önemli bir aktör olacağı yadsınamaz bir gerçeğe dönmüş durumda.
Türkiye’nin, Libya’ya olan bakışını sadece Doğu Akdeniz perspektifinden değerlendirmek büyük bir yanlışa neden olabilir. Libya, aynı zamanda Türkiye’nin Afrika’ya giriş kapısıdır. Afrika’nın, büyük bir ekonomik ve ticari potansiyel barındırması nedeniyle Küresel aktörler açısından yeni bir pazar anlamını taşıyor. Türkiye’nin, 2008 yılında Afrika Birliği zirvesinde Stratejik Ortak ilan edilmesinin ardından bölgedeki çalışmalarına ağırlık vermesi bakımından önem taşıyor. Afrika’nın Küresel alandaki büyük dönüşümü başta Çin olmak üzere Hindistan ve Japonya gibi çok sayıda ülkeden yatırımcının bu bölgeye gelmesine neden oluyor.
Türkiye’nin 1998 yılında başlattığı “Afrika’ya Açılım” politikasıyla birlikte bölge ülkeleriyle Kültürel, Ekonomik ve Askeri alanlarda iş birliğine önem verilmiş, 2008 yılında Türkiye’nin Stratejik Ortak ilan edilmesiyle bu alanlarda yatırımlar hız kazanmıştır. Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikası 2013 yılında “Afrika Ortaklık Politikasına” bırakmış bu kapsamda Türkiye, Afrika ülkeleriyle ikili ilişkileri eşit ortaklık ve karşılıklı fayda temelinde kapsamlı iş birliğine gidilmiştir. 2. Afrika Ortaklık Zirvesinin ardından kabul edilen “2015-2019 Ortak Uygulama Planı” ile Türkiye, Sahraaltı Afrika’da önemli bir aktör haline gelmiştir. Türkiye, Afrika’nın geleceğinde önemli bir aktör haline gelmesi ve önemli bir pazara sahip olma isteği göz önünde bulundurulduğunda Libya’yı, Afrika’ya bir giriş kapısı olarak görmek daha doğru olur.
Bu perspektif ile bakıldığında Türkiye’nin, Libya’daki tutumu Afrika pazarındaki yeri için [i]belirleyici olacaktır.
KAYNAKÇA:
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. (2015, 11 03). 12 28, 2019 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı: https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?dil=1&icerik_id=28 adresinden alındı
Doğan, G. (2012). ARAP BAHARI VE LİBYA: TARİHSEL SÜREÇ . Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 62.
Domazeti, R. (2019, 12 19). İNSAMER. 12 25, 2019 tarihinde İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi: https://insamer.com/tr/cok-denklemli-libya-sorunu-ve-turkiye_2555.html adresinden alındı
Mahmud, H. (2019, 12 31). Şarkul Avsat. 12 31, 2019 tarihinde m.aawsat.com: https://m.aawsat.com/turkish/home/article/2059961/hafter-sisi-ile-bir-araya-geldi-t%C3%BCrkiyeye-libya-tepkisi adresinden alınd